Sayfalar

20 Ağustos 2014 Çarşamba

"Sesinde ne var biliyor musun/ Söyleyemediğin sözcükler var"

 Hayat gerçekten ilginç… İnsanlar hayat tekerrürlerden ibaret derken evet ya öyle deyiveriyorsun. Sonra zaman geçiyor, öyle günler haftalar değil. Bildiğin aylar ve hatta yıllar…

Bir an, bir gün, bir yerde. Tamamen başka bir an, tamamen başka bir gün ve tamamen başka bir yerde. Bir olay oluveriyor. Tamamen alakasız. Sana bir zaman yazdıklarını yazdıran olayla tamamen alakasız bir durum. 

Üstelik yıllar geçmiş. Bir cümle kuruyorsun.  O kadar tanıdık geliyor ki o cümle… Sonra mesela o an bir telefonun ucundasın, susuyorsun ve kapatıyorsun o telefonu. Boşluğa bakıyorsun. O cümle aklında tekrarlanıp duruyor, hatta tüm sosyal medyada paylaşıyorsun.

Evine gidiyorsun. Geç bir saatte. Kimse bir şey sormasın istiyorsun. Bir bira açıyorsun kendine. Sonra bilgisayarını açıyorsun. Nicedir yazmamışsın bloğuna. O geliyor aklına, sonra benzer bir cümleyi kurduğun bir zaman.

Bir an onca yıl öncesine gidiyorsun, bir bıçağın saplanışını anımsıyorsun. Nasıl ağladığını, nasıl sokaklarda bomboş yürüdüğünü… O yazıyı yazmadan önce İstanbul’da çok soğuk bir Pazar günü olduğunu, yağmur yağarken gözyaşlarının daha hızlı aktığını… Sonra oturup nasıl da o yazıyı yazdığını.

Bu kez ağlamıyorsun. Ama zaten olayın da yakından uzaktan ilgisi yok. Ama bir anda geçmişinin tüm eksik parçaları bütünleniyor içinde. Geçmişi affettim demişsin ya yalan, affedememişsin. Bal gibi de affedememişsin. Çünkü yine Cemal Süreya okuyorsun işte, onca şiirine bakıp gidip Üvercinka’yı açıyorsun sonra. Oysa ki Üvercinka ezberinde ve oysa ki o şiir olmasa sen mesela Afrika’ya gitmezmişsin.
Oysa şiirler gibi yollar da geçip gitmiş, sen kendini ararken meğer aramamışsın. Çünkü kendi kaybettiğin yerdeymiş.  Çünkü Cemal Süreya varmış. Üvercinka’nın dışında da yazmış.

Mesela şöyle yazmış…
“Şimdi ben burdayım ya / Olmayabilirim az sonra / Her şeyi yüzüstü bırakabilirim”

Ki bırakmışsın çokça…

Ve o şiir de devam etmiş.

“Yabancım diyorum ona/Geriye kalan bütün kelimeleri de/Kamulaştırıyorum böylece.”

Ki şair bir zaman olmuş yazmış:

“Belki de biraz geç rastladım sana/ Ama her şey geç gelmiyor mu yurdumuza/ 1929 buhranı bile geç gelmemiş miydi/ Eksikliğe mi alışmışız mutsuzluğa mı yoksa?”

Geçmişi affettim diyorsun ya, affedememişsin. Ne geçmişi, ne de geçmişin bıraktığı izleri… O yüzden hala sığınılacak limanlar arıyorsun kendine. O yüzden bu aralar ülke sınırlarından adımını bile atmıyorsun dışarı, o yüzden varsa yoksa iş diyorsun, o yüzden çalışırken uzaklara dönüyor gözün. Hiçbir şeyi affedememişsin sen, edebilseydin cesaret ederdin.

Geçmişi affedememişsin ki insanların gözlerinin içine bakarak yalanlar söylüyorsun bazen. Çünkü o kadar kırılmışsın ki, kırılganlığını gösterdiğin an yine kırılacakmışsın gibi geliyor. İnanamıyorsun kimseye, güvenemiyorsun ve sen kendi kırgınlıklarını gizlemeye çalışırken insanlar oyun oynadığını zannediyorlar mesela. Ne oyunu kardeşim, ben sadece emin olamıyorum demek istiyorsun ama öyle yorgunsun ki açıklama yapmaktan, evet ya bu bir oyun diyorsun.

Geçmişi affedememişsin ki sevilebileceğine inanamıyorsun mesela. Oysa geçmişte çok, hem de çok sevildiğini de bilirken. Bir an birine “sen kendimi bana değersiz hissettiriyorsun” demişsin ya, o andan beri kendini değersiz hissetmek için elinden geleni yapmışsın.

Sonra bunları yazarken, bir bakmışsın geçmişi affetmişsin sen. Sadece geçmişin kendini tekrarlamasından korkuyorsun. Sadece tekrar cesaret edememekten…Çünkü o zaman cesaret edememiştin. Ya yine cesaret edemezsen?

Ve yine Cemal Süreya giriyor devreye. Biran bitmiş, bir yenisini açıyorsun. Cemal Süraya, dizelerden sana sesleniyor:


“Sesinde ne var biliyor musun/ Söyleyemediğin sözcükler var” 

Bir yudum alıyorsun birandan. Uzaklara dalan bakışının cenaze namazını kılıyorsun her yudumunda. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder