Sayfalar

9 Şubat 2012 Perşembe

Peki okunanlardan geriye kalan ne? Ya da affedilenlerden ya da unutulanlardan vesaire vesaire...


`Peki okunanlardan geriye kalan ne diye soracaksiniz. Ama onemli olan geriye bir sey kalmasi degil ki…` Boyle diyor Ingeborg Bachmann o cok sevdigim Malina kitabinin bir yerinde…Okunmak icin mi yazilir, iste o da ayri bir soru.  Sanirim yaniti bazen.

Nedense okudugum kitaplar bu blog yazilarini etkiliyor. Ama aslinda nedense okudugum kitaplar, kafamda kurguladigim oykuler ve hayat garip bir sekilde birbiri icine geciyor. Belki de garip olan olmamasi olurdu.

Aklimda dile, soze gelmeyen o kadar cok soru var ki… Sormuyorum saniyorum, yanitini buldum saniyorum sonra umulmadik bir gece saati umulmadik bir sarki dinlerken `32 punto Times New Roman` karakteri seklinde beynimin ortasinda beliriveriyorlar.Sag ya da sol lobunda degil, tam ortasinda. Cunku herhangi bir tarafa ait olamayan sorular bunlar. Hayata dair, duzene dair, adalete dair… Derken kendime dair.

Ama bu aralar butun bu sorulari – en azindan kendime dair olanlari – savusturacak bir cumleyi doladim dilime. Gecen gun teyzem soyledi Afrika – Ankara arasi bir telefon konusmasinda: `Gozde sadece 24 yasindasin, hayatinda hicbir seye kesin karar vermek zorunda degilsin.` 

O bir cumle oylesi rahatlatti ki beni. Kendimi karmasik hissettigim an aklima getiriyorum. Cocuklugumun tam ortasina. O hic gecmeyecek cocuklugun tam ortasina. Cunku bazen cocukluk buyumek ile ilgili bir sey degil, kendin olmakla ilgili…

*
Bu satirlari yazarken bir yandan da Sezen Aksu caliyor. Aklima mesela bir yil oncesinin bir Cunda cayi geliyor. Tas kahvede bir basima, elimde bir kitapla bir kis vakti. Ne de guzel uyumustum o gece. Animsiyorum. Bakalim ileride hangi yazilarda Afrika’da yasadigim anlar gelecek aklima.

Memleket kara kisi yasar, ben Afrika’da o bitmez yazin icinde haber yetistirirken iste bir gece vakti o Sezen Aksu sarkisini dinliyorum yine. 'Cocuklar gibi' ` Ida’ya, Ida’da o guzelim siirlerini yazan Sabahattin Ali’nin guzelim dizelerini… `Gogsumun icinde ates var gibi…`

Sizin hic hissettiginiz oldu mu o gogsunuzun icindeki atesi? Yok bu askla ilgili bir sey degil. Kendinizle ilgili tamamen. Bazen kora donusme hali. Bende genelde kendini yollara atmak ya da bir kitabin sayfalarina gomulmek hic olmadi kulagimda bir yarim ezgi yuruyup gelme halinde tezahur eden. Bazen o gogsumdeki ates tum bedenime yayilacak bir ates topundan ibaret olacagim gibi geliyor. Bu dusuncenin onca yorgun bugunun sonunda gelmesi de benim celiskimi yansitiyor belki de…
*

Paul Boose’un bir sozu geliyor sonra aklima: ` Affetmek gecmisi degistirmez ama gelecegin onunu acar.`
Affetmeyi de dusunuyorum bu aralar. Aslinda uzun zamandir dusunuyorum. Affedip affedemeyecegimi. Bazen anlattiklarimi bazen sonsuza kadar bende sakli kalacak olanlari. Sonra yine sorular geliyor. Insan ne zaman affeder diye soruyorum mesela. Ya da affedip affetmedigini nasil anlar? Ya da affetmeden yola devam edilebilir mi? Ve ya affettigini sandigin nokta gun gelir en `affedemedigin` haliye karsina dikilirse ne olur?

En cok da sunu soruyorum. Affetmeye inaniyor muyum? Affetmek. Af etmek. Icinde `etmek` olan bir fiilin hayati uygulamalari ne kadar kesin olabilir ki?

Dedim ya size sorular sorulara gebe kimi zaman…

Tabi bir de burada bir baska denklem cikiyor karsima. Affetmek ve unutmak. Bu ikisinin arasindaki ince cizgi kac katmanli bir denklemin bilinmezi acaba…

Unuttunu affeder misin? Ya da affettigini unutur musun? Ya da azizim butun bu yaptigimiz laf kalabaligi mi? 

Ya da hadi mutfaga gidelim. Bir kadehin icine biraz beyaz sarap biraz da yaban mersini surubu dokup `kir` yapalim degil mi? 

1 yorum: