Sayfalar

18 Kasım 2013 Pazartesi

"Sesini unutmuşum"

"Sesini unutmuşum". Geçenlerde bir zamanlar birini çok sevmiş bir arkadaşım, aradan yıllar geçtikten sonra ilk aşkı için böyle söyledi. 

Oturdum düşündüm. Kısa kısa, farklı mekanlarda farklı zamanlarda... 

Tamamlanmamış öyküler belki de böylesi afili cümlelere söyletiyor bize. Hangimiz hayatında her öykü, her yaşanmışlık tam ki. 

Şahsen benim doğru zamanlarda dile getiremediğim, sonradan dönüp dolaşıp keşke söyleseydim dediğim o kadar cümle var ki. Tabi şimdi beni geçmişe ışınlarsanız, farklı mu davranırdım. Büyük ihtimalle yine yıllar sonrasında aynı ya da başka olaylar için benzerini düşünürdüm. 

Sel Yayınları'ndan çıkan "Kadın Öykülerinde İstanbul"u okudum. Okurken de benzer şeyler düşündüm. 

Biz kadınlar, illa ki bir susuşun ardından vazgeçişler, vazgeçme zorunda olmalar barındırıyoruz sanki. 

En yakın arkadaşım, annem, karşı komşum, bir ülkede tanıştığım bir yabancı... Hepimiz! 

*

"Sesini unutmuşum". 

Ne kadar da iddiali bir cümle değil mi. 

Zihnimizde sanki sesini hatırladığınız biri ile yıllar sonra karşılaşıp bambaşka bir tonda onu duyduğunuz oldu mu? 

Ya da birini tamamen hatırlamak isteyip sesini bir türlü o resmin içine yerleştiremediğiniz? 

Peki ya bir insan ne kadar ses depolayabilir içinde, ya da ne kadar anı. Yenileri eklendikçe eskiler azalıyor mu acaba? 

Belki de bazen unuttuğumuzu sandıklarımız, uygun anı ve mekanı bulunca çimleniveriyor. Geçmiş toprak arasından baş gösteriyor. Bir anlığına. 


Tabi bir de unutmak isteyip unut(a)madıklarımız var. Öyle sadece aşk acısı falan da değil. Ben bazen küçükken yaptığımız bir haşarılığı anımsayıp ardından yüzümü buruşturuyorum. Sanki o an, o kızılacak suçu bir kez daha işliyorum. 

Düşünün... Elbet sizin de öyle anlarınız oluyordur. 


O kadar işte. Daha neler yazacaktım. Yazı burada bitti. İstanbul'da bu aralar pek soğuk yahu... 

En iyisi sıradan bir hava cümlesiyle yazıyı bitirmek sanki! 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder