"Sesini unutmuşum". Geçenlerde bir zamanlar birini çok
sevmiş bir arkadaşım, aradan yıllar geçtikten sonra ilk aşkı için böyle
söyledi.
Oturdum düşündüm. Kısa kısa, farklı mekanlarda farklı
zamanlarda...
Tamamlanmamış öyküler belki de böylesi afili cümlelere söyletiyor
bize. Hangimiz hayatında her öykü, her yaşanmışlık tam ki.
Şahsen benim doğru zamanlarda dile getiremediğim, sonradan dönüp
dolaşıp keşke söyleseydim dediğim o kadar cümle var ki. Tabi şimdi beni geçmişe
ışınlarsanız, farklı mu davranırdım. Büyük ihtimalle yine yıllar sonrasında
aynı ya da başka olaylar için benzerini düşünürdüm.
Sel Yayınları'ndan çıkan "Kadın Öykülerinde İstanbul"u
okudum. Okurken de benzer şeyler düşündüm.
Biz kadınlar, illa ki bir susuşun ardından vazgeçişler, vazgeçme
zorunda olmalar barındırıyoruz sanki.
En yakın arkadaşım, annem, karşı komşum, bir ülkede tanıştığım bir
yabancı... Hepimiz!
*
"Sesini unutmuşum".
Ne kadar da iddiali bir cümle değil mi.
Zihnimizde sanki sesini hatırladığınız biri ile yıllar sonra
karşılaşıp bambaşka bir tonda onu duyduğunuz oldu mu?
Ya da birini tamamen hatırlamak isteyip sesini bir türlü o resmin
içine yerleştiremediğiniz?
Peki ya bir insan ne kadar ses depolayabilir içinde, ya da ne
kadar anı. Yenileri eklendikçe eskiler azalıyor mu acaba?
Belki de bazen unuttuğumuzu sandıklarımız, uygun anı ve mekanı
bulunca çimleniveriyor. Geçmiş toprak arasından baş gösteriyor. Bir
anlığına.
*
Tabi bir de unutmak isteyip unut(a)madıklarımız var. Öyle sadece
aşk acısı falan da değil. Ben bazen küçükken yaptığımız bir haşarılığı
anımsayıp ardından yüzümü buruşturuyorum. Sanki o an, o kızılacak suçu bir kez
daha işliyorum.
Düşünün... Elbet sizin de öyle anlarınız oluyordur.
*
O kadar işte. Daha neler yazacaktım. Yazı burada bitti.
İstanbul'da bu aralar pek soğuk yahu...
En iyisi sıradan bir hava cümlesiyle yazıyı bitirmek sanki!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder